Vakıf Katılım sektöre iddialı girecek
Vakıf Katılım Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Oran, "Amerika ve Avrupa'da son dönemlerde gelişen İslamofobi nedeniyle, Körfez fonları bu ülkelerde sıkıntı çekmeye başladı. Katılım bankaları aracılığıyla ülkemize ciddi bir fon girişinin sağlanabileceğine inanıyoruz" dedi.
Abone olTürkiye'nin ikinci kamu katılım bankası olan Vakıf Katılım 26 Şubat'ta açılacak. Açılışını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yapması beklenilen Vakıf Katılım'ın Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Oran ilk kez AA'ya konuştu
Oran, katılım bankalarının Türkiye'de 25 yılı aşkın bir süredir faaliyet göstermesine rağmen sektörden alınan pay bakımından halen istenilen seviyede olmadığını ifade etti.
Bunun birçok nedeni bulunduğunu, ancak son dönemde sektörün büyümesi için çeşitli fırsatlar olduğunun gözden kaçırılmaması gerektiğini belirten Oran, "Özellikle ülkemizde 10 yılı aşkın süredir sağlanan siyasi ve ekonomik istikrar sektör için en büyük fırsat olarak değerlendirilebilir. Hiç şüphesiz ki istikrarın hüküm sürdüğü bir ülkede, ekonomi ve ekonomi oyuncuları sürekli gelişecek ve büyüyecektir" diye konuştu.
Oran, Körfez ülkeleri ile yürütülen sıcak ilişkilerin de sektör açısından bir fırsat olarak değerlendirilebileceğine dikkati çekti.
Amerika ve Avrupa'da son dönemlerde gelişen İslamofobi nedeniyle Körfez fonlarının bu ülkelerde sıkıntı çekmeye başladığını dile getiren Oran, şunları kaydetti:
"Benzeri bir durum 11 Eylül saldırıları sonrasında da yaşanmış ve ülkemize Körfez’den ciddi fon girişleri olmuştu. Bu noktada katılım bankaları aracılığıyla ülkemize ciddi bir fon girişinin sağlanabileceğine inanıyoruz. Bunun yanında kamu otoritesinin de sektöre oyuncu olarak girmesi de katılım bankacılığının gelişimi ve büyümesi açısından çok önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Kamu katılım bankaları ile yakalanacak yukarı yönlü ivmenin sektörün diğer oyuncularına da katkı yapacağını düşünüyoruz. Yakın coğrafyamızda yaşanan siyasi belirsizlikler ve çatışma ortamı sektör için en büyük risk olarak tanımlanabilir. Bu ortamın olumsuz etkileri ekonomik yönden ülkemizi etkiliyor. Bunun yansıması olarak sektörün büyümesinde sıkıntı görülebilir."
Oran, sektörün büyümesi açısından siyasi otoritenin pek çok adım attığını ve atmaya da devam ettiğini vurgulayarak, kamunun katılım bankası kurarak sektöre oyuncu olarak girmesinin, bu yaklaşımın en önemli göstergesi olarak değerlendirilebileceğini söyledi.
Öztürk Oran, bunun yanında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) bünyesinde oluşturulan Katılım Bankacılığı Masası'nın da siyasi otoritenin sektöre yaklaşımın pozitif olduğunu net bir şekilde gösterdiğini belirtti.
Gelecek 10 yılda katılım bankacılığının sektördeki payının yüzde 15'lere yaklaşacağını tahmin ettiklerini aktaran Oran, "Sektörün gelişimi için elbette bazı yasal düzenlemeler yapılması gerekiyor. Bu düzenlemelerin çok kısa bir süre sonra yapılarak sektörün önünün daha da açılacağına inanıyoruz. Bu andan itibaren sektörün gelişmesi için en büyük görevin biz katılım bankalarında olduğuna inanıyoruz. Sektör oyuncularının ürün ve hizmetlerinde çeşitlendirme yaparak, toplumun tüm kesimlerini kucaklamaları, tanıtım çalışmalarına ağırlık vererek sektörün bilinirliğine katkı yapmaları ve müşteri sayılarını artırmaları sektör için bir gereklilik haline gelmiştir" değerlendirmesinde bulundu.
"Dünya katılım bankacılığından aldığımız pay yüzde 6 ile oldukça düşük"
Oran, Türkiye'nin İslami finansta da merkez haline gelmesi için yapılan çalışmaları ve İstanbul Finans Merkezi projesinde hakkında görüşlerini paylaştı.
İstanbul'un finans merkezi olmasının, siyasi otorite tarafından uzun zamandır üzerinde çalışılan ve aksiyon alınan bir proje olduğunu anlatan Oran, bu noktada çok ciddi adımlar atıldığına işaret etti.
Oran, katılım bankacılığının da bu projenin önemli taşlarından birisi olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi:
"İstanbul’un finans merkezi olmasının yolunun, öncelikle içinde bulunduğu coğrafyayı dikkate aldığımızda faizsiz bankacılık için bir cazibe merkezi olmaktan geçtiğini düşünüyoruz. İslami finans dünya genelinde oldukça ilgi gören ve 2 trilyon doları aşkın büyüklüğüyle göz kamaştıran bir finans modeli. Maalesef ki bu modelin ev sahipliğini şu an için Londra yapmakta. İslami finans modelinin merkezinin müslüman olmayan bir ülke olması düşündürücü bir durum. Oysa ki 1913 yılında ülkemizde Adapazarı İslam Ticaret Bankası adıyla kurulmuş İslami bir banka olmasına rağmen bu sistem o yıllarda geliştirilememiştir.
Bu noktada İstanbul Finans Merkezi projesi kapsamında İstanbul’un İslami finansın da merkezi olması elbette en büyük hedeflerden biri. Ülkemizin bulunduğu coğrafyanın yeni dünyanın merkezinde yer alması, doğuda üretilen enerjinin en büyük tüketici olan batıya aktarımında ülkemizin ana transfer güzergahında bulunması, İslamiyet’in en önemli rol modelinin ülkemiz olması İslami finansın merkezi olmamız açısından bizi ön plana çıkarıyor."
Oran, bu aşamada katılım bankaları olarak hızla büyümeleri ve İslami finans alanında dünyadan aldıkları payı hızla geliştirmeleri gerektiğini vurgulayarak, özellikle Körfez Bölgesi’ne yönelik çalışmalarla Türkiye'ye getirecekleri fon ve yeni yatırımcıların, İstanbul'un İslami finans merkezi olmasına önemli katkı sağlayacağını dile getirdi.
Dünyada faizsiz bankacılığın yaygın olduğu ülkeler ile Türkiye'deki sisteme ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Oran, şöyle devam etti:
"Bugün pek çok ülkede İslami finans modeli işlemekte ve bu alanda ciddi yatırımlar yapılmakta. Müslüman ülkeler arasında katılım bankacılığının en az yaygın olduğu ülkeler arasında yer alıyoruz. Hatta bu konuda Bangladeş’ten bile geride bulunuyoruz. Yasal düzenlemelerin yetersizliği, katılım bankacılığının ülkemizde kısa geçmişi olması, tanıtım eksikliği gibi pek çok nedene dayandırılabilecek bu konu aslında bir fırsat olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’deki katılım bankalarının dünya katılım bankacılığından aldığı pay yüzde 6 ile oldukça düşük bir seviyededir. Katılım bankacılığının yaygın olarak faaliyette olduğu ilk 10 ülke arasında sekizinci sırada kendimize yer bulmaktayız. Katılım bankalarının yapacağı vizyoner stratejik değişiklikler ile ülkemizin kısa zamanda islami finans alanında önemli oyuncular arasına gireceğine inanıyoruz. Diğer taraftan siyasi otoritenin sektöre olumlu yaklaşımı ve İstanbul Finans Merkezi projesi kapsamında yapılan çalışmalar ile ülkemiz sektörün referans ülkesi olabilir."
"2016'da bankacılık sektörünün en büyük sorunu azalmaya devam edecek özkaynak ve aktif karlılığı olacak"
Öztürk Oran, geçen yıl olduğu gibi bu yılda bankacılık sektörünün en önemli sıkıntısının daralan kar marjları nedeniyle düşen karlılık olacağını ifade etti.
Özellikle TL mevduat konusunda yaşanan rekabetin bankaların kaynak maliyetini artırdığını belirten Oran, maliyetlerin rekabet nedeniyle kullandırılan kredilere yeteri kadar yansıtılamaması sonucunda, net kar marjlarında oluşan daralmanın banka karlılıklarını oldukça olumsuz etkilediğini söyledi.
Oran, bankaların karlılıklarını negatif etkileyecek diğer gelişmeleri "Aracılık maliyetlerinin yüksekliği, komisyon gelirlerinin yasayla sınırlandırılması, tüketici hakem heyetleri ve mahkemelerinin geçmişe yönelik alınan komisyonların iptaline karar vermeleri" şeklinde sıraladı.
Yaşanan ekonomik ve jeopolitik gelişmelerin sınırlı da olsa bankacılık sektörünün kredi kalitesinde bozulmalara yol açtığına dikkati çeken Oran, "Sektörün ortalama kredilerin takibe düşme oranı 2015 yılında bir önceki yıla göre artış göstererek yüzde 3,10’a yükseldi. 2016 yılında bu sürecin yavaşlayarak olsa da devam edeceğini öngörebiliriz. Özetle; 2016 yılın da yukarıda belirtmiş olduğum nedenlerden dolayı bankacılık sektörünün en büyük sorununun azalmaya devam edecek özkaynak ve aktif karlılığı olacaktır diyebiliriz. Bundan dolayı biz bir farklılık oluşturup, reel sektörün içine gireceğiz" dedi.
"Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 4'ler seviyesinde büyüyeceğini öngörüyoruz"
Oran, "Bazı uluslararası bankalar Türkiye piyasasından çıkarken, Çin başta olmak üzere bazı ülkelerin de sektöre giriş yaptığını görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusu üzerine, Türkiye'den çıkan kuruluşlara bakıldığında bunların 2008 ekonomik krizinden daha fazla etkilenen gelişmiş ülkelerin bankaları olduğunu vurguladı.
ABD hariç global krizin etkilerinin bu ülkelerde halen hissedilmeye devam ettiğini belirten Oran, "Bu nedenle sıkıntı içinde olan bahsi geçen bankalar, halen karlı oldukları ve alıcısı olan operasyonlarını satarak küçülme yoluna gidiyor. Ancak başta Çin olmak üzere Katar gibi gelişmekte olan ülkeler daha önceki yıllarda oluşan birikmiş sermaye stoku ile gelişmekte olan ülkelerdeki bu satışları geleceği yönelik bir yatırım fırsatı olarak değerlendirmekteler" ifadelerini kullandı.
Öztürk Oran, Türkiye'nin bu yıl Orta Vadeli Plan’da belirtildiği gibi yüzde 4’ler seviyesinde büyüyeceğini dile getirdi.
Siyasi ve ekonomik istikrarla birlikte global ekonomik ve jeopolitik risklere rağmen milli gelirinin yüzde 4 olmasının ülke ekonomisinin pozitif yönlerinin başında geldiğini belirten Oran, diğer pozitif yönleri ise şöyle sıraladı:
"Bütçe disiplini; bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 1,3 olması. Kamu borç dinamiklerindeki güçlü seyir; AB tanımlı kamu borç stokunun milli gelire oranı yüzde 32,6. Güçlü bir bankacılık sektörü; bankacılık sektörü ortalama sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 15,56. Bunların yanı sıra cari açıktaki iyileşme; cari açığın milli gelire oranı yüzde 4,5.
Türkiye ekonomisinin negatif yönleri ise özel kesim yurt içi tasarruf açığının yüzde 13-14’ler seviyesinde olması. Hane halkı tasarruf oranı düşük. Özellikle başta gıda kaynaklı olmak üzere son yıllarda yüzde 8,5 seviyesinde kemikleşen yüksek TÜFE enflasyonu. Özel sektörün yüksek borç stoku. Global likidite koşullarının bozulduğu bir ortamda yüksek tutarlı kısa vadeli yurt dışı finansman ihtiyacı. Global dış ticaretteki daralma ve komşu ülkelerde yaşanan jeopolitik riskler nedeniyle yurt dışı talepte oluşacak daralmaya paralel ihracatta ve turizm gelirlerinde yaşanması muhtemel düşüş."